Hayatımın ikinci Ankara dönemi 1979 yılında başlamıştı. Türkiye’de karmaşa ve kaosun yanısıra anarşi ve terörün kol gezdiği veya gezdirildiği yıllara denk gelmişti.
İşte o yıllarda Ankara’dan aklımda kalanları paylaşmak istiyorum.
Öncelikle Ankara-İstanbul arası yaptığımız dört yüz elli üç kilometre uzunluğundaki yolculuklarımızla başlayalım.
Seksenlerde ulaşım için kullanılan en temel iki araç otobüs ve trendi. THY dışında başka havayolu şirketleri olmadığından rekabet yok, promosyon biletin ise ne olduğu bile bilinmiyordu muhtemelen. Bundan dolayı uçak ile yolculuk şimdi ki gibi uygun fiyatlar da olmadığı için uçak , herkesin kullanabildiği bir ulaşım aracı değildi. Bunun yanında o zamanlar hususi denen kişiye özel araç sahipliği de çok fazla değildi. Genelde ticaret ile uğraşan serbest meslek erbabı tanımına uyan kişilerin ağırlıklı olarak arabaları vardı. Ülke de ancak emekli ikramiyesi sayesinde eline toplu para geçenler ile babadan dededen kalma birikimleri olanların araba alma şansları vardı. Taksitli araç kredileri ve özel kampanyalı satışlar da olmadığı için keza belli miktarda dolar bile bulundurmanın suç olduğu yıllarda her isteyen kolayca araç sahibi olamazdı.
Halkın büyük bölümü gibi biz de aile olarak otobüs yolculuklarını tercih ederdik. İki tane herkesin çok iyi bildiği ve güvendiği otobüs firması vardı. Seçimimizi daha sonra Türkiye futbol tarihinde bir şekilde iz bırakacak kişinin de üyesi olduğu ailenin otobüs firmasından yana kullanıyorduk. Artık kaderin bir cilvesi mi dersiniz yoksa zorunluluklar mı yıllar sonra bende o grubun bir firmasında mecburiyetten kısa bir süre çalışmak durumunda kalacaktım ki gerçekten çok zor geçen aylardı…
Seksenlerde Ankara-İstanbul arası otobüs yolculukları normal hava şartlarında yaklaşık yedi saat sürerdi. Kartal, Pendik taraflarına geldiğimizde artık rahmetli annem yaklaştığımızı söylerdi ama oraları geçtikten sonra bile yolculuk hemen bitmezdi.
Bülent Ortaçgil ‘’ yarım gün uzakta Ankara ‘’ diyordu o yıllarda yazdığı şarkısında.
Bir keresinde Eskişehir taraflarından Ankara’ya gitmiştik. Şimdi düşündüğümde neden öyle bir rota izlendiğine hiç anlam veremiyorum. Bolu dağını aşmak yolculuğun en stresli kısmıydı. En keyifli anı ise, Bolu Çizmeci Tesisleri’nde verilen yemek molası, tesisin çocuk parkında geçirilen zaman ve nefis el yapımı ayrandı.
Altı-yedi yaşlarında bir çocuk olarak hayatım, ev ve okul arasında geçiyordu. Tabi haftasonları Ankara da, bu dönemler de ki gibi sıra sıra alışveriş merkezleri de olmadığından belli mekanlara gidilirdi. Kızılay şimdi de olduğu gibi önemli bir merkezdi demek isterdim ama şimdi ki Kızılay sadece bir geçiş alanı benim için…
Sakarya caddesinde dönerli sandviç yapan bir büfe vardı. Penguen büfe olarak aklımda kalmış. Sandviçin arasına koyduğu sos ve turşusunun tadına bir daha hiç bir yerde rastlamadım.
Ulus, rahmetli babamın işyerinin de orda olması nedeniyle sık gittiğim bir yerdi. Eğer öğlen vaktine denk gelirse Ulus’ta Akman pastanesi en favori mekanımdı. Sosisli sandviçlerini çok severdim. Diğer büfelerde satılanlardan tadı farklı olurdu. Ayrıca Akman pastanesi’nin bozası çok meşhurdu. Sebze, meyve, et ve balık satılan hal binası vardı. Halde kahvaltılık malzeme satın aldığımız bir dükkan mevcuttu ve sanıyorum uzun yıllar babam aynı yerden alışverişini yaptı İstanbul’a taşınana kadar.
Bunların yanında şehrin olmazsa olmaz gezi alanları parklardı. Kuğulu park, Botanik parkı, Seğmenler parkı, Ankara’da geçirdiğim toplam onyedi yıl boyunca birçok güzel hatıranın mekanları olmuşlardır.
Hayatımda ilk gittiğim sinema ise Bahçelievler deki Arı Sineması’ydı. Daha sonra TRT sinemayı stüdyo haline getirmişti.
İlk tiyatro oyunu ise Necatibey caddesinde ki çocuk tiyatrosundaki bir oyundu.
Ankara yazısı yazınca ülkenin de başkenti de kalbi Anıtkabir’i anmadan geçemem. Benim için Anıtkabir’e gitmek her zaman çok önemliydi ki hala öyle ve öyle kalacak. Her seferinde yeni bir heyecanla giderdim. İlerleyen yıllarda Anıttepe’ye taşınmamızla Atamızı ziyaret etme sıklığım da artmış oldu. Ayrıca Anıtkabir, Ankara’ya kar yağdığında gidilesi en güzel mekanlardan birisi olup 360 derecelik bembeyaz Ankara manazarasıyla bizi karşılardı Rasattepe de ve sonsuza kadar da karşılayacak…
Yazdıklarım seksenlerden, doksanların sonunda Ankara da ki yerleşik hayatıma son vererek İstanbul şehrine geçiş yaptım. Sebepleri muhtemel. Köprülerin altından çok sular aktı gitti.
Kimi zaman biriken sular taştı, kimi zaman buhar oldu havaya uçtu. Ankara ise eski bir dost gibi kaldı ve kalacak benim için hep dört yüz elli üç kilometre olarak ötede.