20 Aralık 2024’te Netflix’te gösterime giren 6888.Tabur (The Six Triple Eight) filmi, İkinci Dünya Savaşı sırasında kurulan ve tamamı siyahi kadınlardan oluşan Six Triple Eight Taburu’nun hikayesini anlatıyor. Bu yazımızda filmin gerçek hikayesini paylaşacağız.
Six Triple Eight Taburu, Amerika’daki kadın askerlerin, ırkçı ayrımcılığa karşı verdikleri en önemli mücadelelerden birini temsil ederken, aynı zamanda askeri hizmetin toplumsal cinsiyetle nasıl şekillendiğine dair çarpıcı bir örnek teşkil etti. Onlar, sadece bir posta krizini çözmekle kalmadılar; aynı zamanda tarih yazdılar ve savaşın karanlık günlerinde, insanlara umut oldular.
İkinci Dünya Savaşı yıllarında, ABD’nin askeri politikaları ve toplumsal normları ırksal ayrımcılığı derinleştiriyordu. Siyah kadın askerler, yetenekleri çoğu zaman göz ardı edilerek sınıflandırılıyordu. Ancak, bu ayrımcılığa rağmen, tarihin en önemli askeri görevlerinden birine adım atacaklardı.
1945’in başlarında, ABD ordusu, Avrupa’daki askerler için biriken 3.7 milyon teslim edilmemiş mektup ve paketten kaynaklanan büyük bir posta krizini çözmek amacıyla arayışa girdi. Bu mektuplar, sadece bir posta sorunu değildi, aynı zamanda askerlerin morali için de büyük bir öneme sahipti.
Çözüm, tamamı siyah kadınlardan oluşan ve siyah subaylar tarafından yönetilen 6888. Merkezi Posta Müdürlüğü Taburu’nun kurulmasıyla bulundu. Bu taburun amacı, Avrupa’da biriken büyük posta yığınını temizlemek, posta sistemini yeniden yapılandırmak ve Amerikan askerlerinin moralini artırmaktı. Bu taburun üyesi kadınlar, toplumsal normların ve ayrımcılığın ötesinde, tarihin akışını değiştirecek bir görev üstlendiler.
Taburun oluşturulmasına, sivil haklar lideri Mary McLeod Bethune’un öncülük ettiği bir kampanya yol açtı. Bethune, siyah kadınların da savaşa katkı sağlaması gerektiğini savundu ve First Lady Eleanor Roosevelt ile birlikte bu çağrıyı destekledi. Bu çabalar, 6888’in kuruluşunun temellerini attı. 1945’in Şubat ayında bu kadınlar, Avrupa’ya gönderildi.
Tabur, Şubat 1945’te Glasgow’a vardıktan sonra İngiltere’deki Birmingham’a, 1. Üs Postanesi’ne yerleştirildi. Burada, büyük bir posta yığınıyla karşılaştılar. Kadınlar, günün her saatinde sekiz saatlik üç vardiya halinde çalışarak, eski yer belirleme kartları ve rehberlerle, adreslerin doğruluğunu kontrol ettiler. Postalar, askerlere ulaştırılmak üzere tekrar yönlendiriliyordu. Bu zor görevde, sadece üç ay içinde büyük bir başarıya imza attılar; bu süre, kendilerine tahsis edilen sürenin yarısı kadardı.
Başarıları, onları Fransa’nın Rouen kentine atamaya kadar götürdü. Ancak taburun üyeleri, her şeyin sadece başarıyla değil, kayıplarla da ölçüleceğini biliyorlardı. Üç üye, Mary Bankston, Pfc. Delores Browne ve Pfc. Charity Adams, görev sırasında bir araç kazasında hayatlarını kaybettiler. Bugün, bu üç kadın, Normandiya Amerikan Mezarlığı’nda gömülü olan dört kadından üçünü oluşturuyor.
Savaşın sonunda, Six Triple Eight Amerika Birleşik Devletleri’ne döndü. Birçok üye, sivil hayata dönmeye karar verdi. Ancak bazıları, askeri kariyerlerine devam etti. Binbaşı Charity Adams, dönüşünde Yarbaylığa terfi ederek, kolordudaki en yüksek rütbeli kadınlardan biri oldu.
Six Triple Eight Taburu, Amerika’daki kadın askerlerin, ırkçı ayrımcılığa karşı verdikleri en önemli mücadelelerden birini temsil ederken, aynı zamanda askeri hizmetin toplumsal cinsiyetle nasıl şekillendiğine dair çarpıcı bir örnek teşkil etti. Onlar, sadece bir posta krizini çözmekle kalmadılar; aynı zamanda tarih yazdılar ve savaşın karanlık günlerinde, insanlara umut oldular.