2025 Oscar’larında En İyi Film Adayları

Sinema Sanatları ve Bilimleri Akademisi (AMPAS) tarafından düzenlenen 97. Akademi Ödülleri töreni, 2 Mart 2025 tarihinde Los Angeles, Hollywood’daki Dolby Tiyatrosu‘nda gerçekleştirilecek. Bu prestijli gecede, Akademi tarafından 2024 yılında vizyona giren filmleri onurlandırmak amacıyla 23 kategoride Oscar ödülleri sahiplerini bulacak. Tören, Amerika Birleşik Devletleri’nde ABC kanalı tarafından canlı yayınlanacak ve aynı zamanda Hulu üzerinden de izlenebilecek. Bu, Akademi Ödülleri tarihinde ilk kez bir törenin hem televizyonda hem de dijital platformda yayınlanması anlamına geliyor.

Törenin sunuculuğunu, ünlü komedyen ve podcast yayıncısı Conan O’Brien üstlenecek. Yapımcı koltuğunda ise Raj Kapoor ve Katy Mullan yer alacak.

Bu yılın en çok adaylık alan filmi 13 dalda ödüle aday gösterilen Emilia Pérez oldu. Onu, 10’ar adaylıkla The Brutalist ve Wicked filmleri takip etti.

Emilia Pérez, Yabancı Dilde En İyi Film dalında en fazla Akademi Ödülü adaylığı alan yapım oldu. Bu rekor daha önce 10 adaylık ile Crouching Tiger, Hidden Dragon (2000) ve Roma (2018) filmlerine aitti. Filmdeki performansıyla İspanyol oyuncu Karla Sofía Gascón, bir oyunculuk kategorisinde aday gösterilen ilk açık trans birey olarak tarihe geçti. Emilia Pérez ve I’m Still Here, hem En İyi Film hem de En İyi Uluslararası Film kategorilerinde aday gösterilen 10. ve 11. filmler oldu. İlk kez iki yabancı dilde film, aynı yıl bu iki dalda birden aday gösterildi.

29 yaşındaki Timothée Chalamet, En İyi Erkek Oyuncu dalında iki kez aday gösterilen en genç oyuncu oldu. Bu rekor en son 1957’de James Dean tarafından kırılmıştı. The Substance filmiyle vücut korkusu türündeki bir hiciv yapımına imza atan Coralie Fargeat, En İyi Yönetmen dalında aday gösterilen 9. kadın oldu. I’m Still Here, En İyi Film dalında aday gösterilen ilk Portekizce film olma özelliğini taşıyor. Flow, 2021’de Flee‘den sonra hem En İyi Animasyon Filmi hem de En İyi Uluslararası Film dallarında aday gösterilen ikinci animasyon yapım oldu. Memoir of a Snail, 2015’te aday gösterilen stop-motion animasyon filmi Anomalisa‘dan sonra En İyi Animasyon Filmi dalında aday gösterilen ikinci R dereceli animasyon filmi oldu.

Hem Jacques Audiard (Emilia Pérez) hem de Sean Baker (Anora), aynı yıl içinde dört adaylık alarak bu başarıya ulaşan 8. ve 9. isim oldular. Ayrıca, En İyi Yönetmen dalında aday gösterilen Audiard, Baker, Brady Corbet (The Brutalist), Fargeat ve James Mangold (A Complete Unknown) ilk kez bu kategoride aday gösterildi. Corbet, Fargeat ve Mangold, ayrıca toplamda üçer adaylık aldı. En İyi Yönetmen dalında tüm adayların ilk kez yarıştığı en son yıl 1998 olmuştu. 1978’den bu yana ilk kez En İyi Kadın Oyuncu adaylarının yer aldığı tüm filmler, En İyi Film kategorisinde de aday gösterildi.

Ses miksajcısı Andy Nelson, Wicked ile bir kez daha aday gösterilerek Akademi’nin en çok onurlandırılan isimlerinden biri oldu. 25 adaylığa ulaşan Nelson, yaşayan kişiler arasında en çok adaylık alan ikinci isim olarak John Williams‘ın (54 adaylık) ardından yer aldı.

En İyi Film Adayları

Wicked

Jon M. Chu‘nun yönettiği ve Ariana Grande ile Cynthia Erivo gibi yetenekli isimleri bir araya getiren “Wicked“, müzikal türüne yeni bir soluk getirme iddiasıyla yola çıktı. Ancak, film, eleştirmenler tarafından hem övgüyle karşılandı hem de yerden yere vuruldu. Özellikle yönetmenlik tercihleri ve yapım kalitesi, tartışmaların odağında yer aldı.

Wicked“, Oz Büyücüsü’nün dünyasında geçiyor ve daha önce hiç duyulmamış bir hikayeyi anlatıyor. Film, Batı’nın Kötü Cadısı Elphaba ve İyi Cadı Glinda’nın beklenmedik dostluğunu konu alıyor. Farklı kişiliklere ve ideallere sahip olan bu iki cadı, Oz’un büyülü dünyasında bir araya gelir ve birlikte büyücülük okuluna giderler. Ancak, iktidar mücadeleleri, yanlış anlamalar ve Oz Büyücüsü’nün gerçek yüzü, dostluklarını sınar ve onları farklı yollara sürükler. Elphaba, adaletsizlikle savaşan bir isyancıya dönüşürken, Glinda ise Oz’un sevilen ve saygı duyulan bir figürü haline gelir.

Oyuncular ve Performanslar

  • Cynthia Erivo: Elphaba rolünde, Erivo’nun performansı Oscar adaylığıyla taçlandırıldı. Ancak, bazı eleştirmenler, Erivo’nun Elphaba’yı zorbalığa karşı kutsal bir ilahiye dönüştürme çabasının filmin genel atmosferini olumsuz etkilediğini savundu.
  • Ariana Grande: Galinda (sonradan Glinda) rolünde, Grande’nin performansı ise genel olarak beğenildi. Grande’nin müzikal komedi yeteneği, filme renk katarken, bu rolün gelecekteki film projeleri için bir dönüm noktası olabileceği öngörülüyor.

Wicked“, gişede büyük bir başarı elde etmesine rağmen, eleştirmenler tarafından karmaşık tepkilerle karşılandı. Filmin zayıf yönetmenliği (özellikle müzikal sekanslardaki hızlı kesmeler ve dansçıların sırtlarının sıkça gösterilmesi), ucuz yapım değerleri (Shiz diyarının L.A.’deki bir alışveriş merkezine benzemesi) ve senaryodaki bazı tutarsızlıklar eleştirilen noktalar arasında yer aldı. Bazı eleştirmenler, filmin “Oz Büyücüsü” evrenine yeni bir soluk getirmek yerine, bilindik bir hikayeyi tekrar ettiğini savundu.

Wicked“, müzikal sevenler ve Ariana Grande hayranları için kaçırılmaması gereken bir yapım olabilir. Ancak, eleştirilere kulak veren ve beklentilerini düşük tutan izleyiciler, filmden daha fazla keyif alabilirler. Uçan CGI maymunlar ve zorbalığa karşı verilen mesajlar, filmin tartışmalı unsurları arasında yer alırken, “Wicked“, sinema tarihinde iz bırakan bir yapım olmayı başaramadı.

Emilia Pérez

Jacques Audiard‘ın yönettiği “Emilia Pérez“, Mayıs ayında Cannes Film Festivali’nde prömiyer yaptığında büyük bir heyecan yarattı. “Çılgın“, “hırslı“, “cesur“, “vahşi” ve “kaçık” gibi sıfatlarla tanımlanan film, beklentileri ne ölçüde karşıladı?

Emilia Pérez“, türler arası geçişleriyle dikkat çeken bir yapım. Müzikal, pembe dizi ve yerel renkleri harmanlayan film, karmaşık bir hikaye sunuyor. Ana karakter Emilia Pérez, kimlik arayışı ve değişim arzusuyla dolu bir karakter. Ancak, filmin ahlaki pusulasının karmaşıklığı ve ne anlatmak istediği konusundaki belirsizlik, izleyicilerde soru işaretleri bırakıyor.

Oyuncular ve Performanslar

  • Karla Sofía Gascón: Filmdeki performansı tartışmalara yol açsa da, Gascón’un yeteneği su götürmez bir gerçek. Ancak, oyuncunun bazı açıklamaları ve filmin Meksika kültürüne yaklaşımı, eleştirilere neden oldu.
  • Zoe Saldana: Saldana gibi deneyimli bir oyuncunun filmdeki varlığı, yapımın kalitesini artırıyor. Ancak, genel olarak, filmdeki performanslar beklentileri tam olarak karşılamıyor.

Emilia Pérez“, eleştirmenler tarafından karmaşık tepkilerle karşılandı. Türler arası geçişler, müzikal öğeler ve ilginç olay örgüsü, filmin dikkat çekici yönleri arasında yer alıyor. Ancak, senaryodaki dağınıklık, odak eksikliği ve mizah anlayışının yetersizliği, filmin zayıf noktaları olarak değerlendiriliyor. Bazı eleştirmenler, filmin gösterişli yapısının ve tuhaf olay örgüsünün dikkat dağıtıcı olduğunu, ancak izleyiciyi cevaplardan çok daha fazla soruyla baş başa bıraktığını belirtiyor.

Emilia Pérez“, sinemaseverlerin ilgisini çekebilecek cesur bir yapım. Ancak, filmin karmaşık yapısı, ahlaki belirsizlikleri ve mizah eksikliği, herkesin beğenisini kazanmasını zorlaştırıyor. İzleyicilerin, beklentilerini düşük tutarak ve filmin tuhaf atmosferine kendilerini bırakarak “Emilia Pérez“i deneyimlemeleri tavsiye ediliyor.

Dune: Part Two

Denis Villeneuve‘ün yönettiği “Dune: Part Two“, Frank Herbert’in kült romanından uyarlanan destansı bilim kurgu serisinin merakla beklenen devamıydı. Ancak, bazı Oscar seçmenlerinin ilk filmi bile bitirmekte zorlandığı göz önüne alındığında, bu devam filminin sinema dünyasında nasıl bir yankı uyandırdığı tartışma konusu.

Dune: Part Two“, Harkonnen ve Atreides hanedanları arasındaki savaşın şiddetlendiği çöl gezegeni Arrakis’te geçiyor. Film, Paul Atreides’in (Timothée Chalamet) hikayesine odaklanıyor. Paul, korkunç bir kehaneti yerine getirmek zorunda kalan ve sonunda güç tarafından yozlaştırılan bir mesih figürüne dönüşüyor. Villeneuve’ün ciddiyetle yaklaştığı bu hikaye, sinematik yüceliğin soğuk bir anıtı olarak nitelendiriliyor.

Oyuncular ve Performanslar

  • Timothée Chalamet: Paul Atreides rolünde, Chalamet’in performansı genel olarak beğeniliyor. Ancak, bazı eleştirmenler, karakterin film sonunda güç tarafından yozlaştırılmasının hikayenin genel atmosferini olumsuz etkilediğini savunuyor.
  • Stellan Skarsgard: Baron Vladimir Harkonnen rolünde, Skarsgard’ın şişkin ve ürkütücü performansı ilk filmden miras kalan dikkat çekici unsurlardan biri.
  • Austin Butler: Feyd-Rautha Harkonnen rolünde, Butler’ın performansı ise bazı eleştirmenler tarafından David Lynch’in 1984 yapımı “Dune” filmindeki yaklaşıma benzer şekilde kamp olarak değerlendiriliyor.

Dune: Part Two“, görsel olarak etkileyici ve teknik açıdan kusursuz bir yapım olarak övgü topluyor. Ancak, bazı eleştirmenler, Villeneuve’ün ciddiyetinin filmi boğduğunu ve eğlence faktörünü azalttığını savunuyor. Ayrıca, ilk filmdeki bazı unsurların devamlılığı ve yeni karakterlerin uyumu da eleştirilen noktalar arasında yer alıyor.

Dune: Part Two“, bilim kurgu hayranları ve görsel şölen arayan sinemaseverler için kaçırılmaması gereken bir yapım olabilir. Ancak, hikayenin ciddiyeti ve karakterlerin karmaşıklığı, filmi herkesin beğenisini kazanmaktan alıkoyuyor. İzleyicilerin, beklentilerini düşük tutarak ve Villeneuve’ün sinematik vizyonuna kendilerini bırakarak “Dune: Part Two“yu deneyimlemeleri tavsiye ediliyor.

A Complete Unknown

James Mangold‘un yönettiği “A Complete Unknown“, efsanevi müzisyen Bob Dylan‘ın 1960’ların başındaki hayatına odaklanan bir biyografi filmi. Akustikten elektriğe geçiş sürecini ele alan yapım, Dylan’ın müzikal yolculuğunun yanı sıra, kişisel ilişkilerine de ışık tutuyor. Ancak, bazı eleştirmenler, filmin Todd Haynes’in “I’m Not There” gibi daha deneysel ve şiirsel bir yaklaşımdan uzak olduğunu ve daha geleneksel bir biyografi formatını benimsediğini belirtiyor.

A Complete Unknown“, Bob Dylan’ın (Timothée Chalamet) ilk yıllarını, Joan Baez (Monica Barbaro) ve Pete Seeger (Edward Norton) gibi önemli figürlerle olan ilişkilerini konu alıyor. Filmde ayrıca, Dylan’ın o dönemdeki sevgilisi Suze Rotolo’dan esinlenilerek yaratılan kurgusal karakter Sylvie Russo (Elle Fanning) da yer alıyor. Sylvie, Dylan’ın hayatındaki kadınların genel bir temsili olarak kabul edilebilir. Film, Dylan’ın müzikal yükselişini ve kişisel gelişimini, bu ilişkiler üzerinden anlatmayı amaçlıyor.

Oyuncular ve Performanslar

  • Timothée Chalamet: Bob Dylan rolünde, Chalamet’in performansı büyük bir merakla bekleniyordu. Oyuncunun rolüne hazırlanmak için beş yıl harcaması, Dylan’ın vokal tarzını ve gitar çalma tekniklerini öğrenmesi takdire şayan. Ancak, bazı eleştirmenler, Chalamet’in Dylan’ı şifreli, geçilmez ve hatta antipatik bir karakter olarak canlandırmasının filmi olumsuz etkilediğini savunuyor.
  • Monica Barbaro: Joan Baez rolünde, Barbaro’nun performansı dönemin ruhunu yansıtıyor.
  • Edward Norton: Pete Seeger rolünde, Norton’ın performansı ise Dylan’ın müzikal yolculuğundaki etkili figürlerden birini canlandırıyor.
  • Elle Fanning: Sylvie Russo rolünde, Fanning’in performansı, Dylan’ın hayatındaki karmaşık ilişkileri temsil ediyor.

A Complete Unknown“, prodüksiyon kalitesi ve oyuncu performansları açısından övgü topluyor. Ancak, bazı eleştirmenler, filmin Dylan’ın karakterine yeni bir bakış açısı getirmediğini ve daha önce bilinenleri tekrar ettiğini savunuyor. Ayrıca, filmin geleneksel biyografi formatını benimsemesi, “I’m Not There” gibi daha deneysel yapımların gölgesinde kalmasına neden oluyor.

A Complete Unknown“, Bob Dylan hayranları için ilgi çekici bir yapım olabilir. Ancak, Dylan’ın müziğine ve hayatına aşina olmayan izleyiciler, filmi soğuk ve mesafeli bulabilirler. Genel olarak, film, Dylan’ın hayatının önemli bir kesitini anlatmasına rağmen, ikonik müzisyenin derinliklerine inmeyi başaramıyor.

Conclave

Edward Berger’in yönettiği “Conclave”, papalık seçimlerinin arka planındaki entrikaları, güç mücadelelerini ve insan doğasının karmaşıklığını ele alan bir film. Vatikan’ın kutsal koridorlarında geçen bu hikaye, sadece bir papalık seçimi sürecini değil, aynı zamanda insanların en karanlık yönlerini de gözler önüne seriyor. Film, iş yeri politikalarının, kişisel hırsların ve inancın çarpıştığı bir dünyayı anlatırken, izleyiciyi hem güldürüyor hem de derin düşüncelere sürüklüyor.

Conclave“, bir grup kardinalin yeni bir papa seçmek için bir araya gelmesini konu alıyor. Ancak bu süreç, göründüğü kadar basit ve kutsal değil. Her bir kardinal, kendi geçmişi, inançları ve kişisel hırslarıyla birlikte bu seçime katılıyor. Arka planda ise Vatikan’ın içindeki güç oyunları, entrikalar ve kişisel çekişmeler, seçim sürecini karmaşık bir labirente dönüştürüyor. Film, bu süreçteki insan doğasının en karanlık yönlerini ortaya çıkarırken, aynı zamanda inanç, güç ve iktidar arasındaki ince çizgiyi sorguluyor.

Film, iş yeri politikalarının en dengeli insanları bile nasıl huysuz, arkadan bıçaklayan ve hırslı birer figüre dönüştürebileceğini gösteriyor. Ancak bu kez, olaylar Vatikan’ın kutsal duvarları arasında geçiyor. Berger, senarist Peter Straughan ile birlikte, bu niş konuyu evrensel bir hikayeye dönüştürüyor. Film, hem komik hem de dramatik unsurları bir arada barındırarak, izleyiciyi hem güldürüyor hem de düşündürüyor.

Oyuncular ve Performanslar

Conclave“ın başarısında, oyuncuların performansları büyük bir rol oynuyor. Filmdeki karakterler, her biri farklı kişilik özellikleri ve hırslarla dolu, derinlemesine işlenmiş figürler. Bu karakterleri canlandıran oyuncular, filmin hem komedi hem de drama unsurlarını güçlendiriyor.

  • Ralph Fiennes: Fiennes, filmdeki kardinallerden birini canlandırıyor. Onun performansı, filmin hem komik hem de dramatik tonunu dengeliyor. Fiennes, karakterinin derinliklerine inerek, izleyiciyi hem güldürüyor hem de düşündürüyor.
  • Isabella Rossellini: Rossellini, filmin ciddiyetini ve ağırlığını temsil eden bir karakteri canlandırıyor. Onun varlığı, hikayenin derinliğini artırıyor ve izleyiciyi Vatikan’ın kutsal atmosferine çekiyor.
  • Diğer Oyuncular: Filmdeki diğer kardinalleri canlandıran oyuncular, her biri farklı kişilik özellikleri ve hırslarla dolu karakterleri başarıyla yansıtıyor. Bu oyuncular, filmin hem komedi hem de drama unsurlarını güçlendiriyor.

Ralph Fiennes

Conclave”,Vatikan’ın kutsal duvarları ardında geçen ve insan doğasının karmaşıklığını ele alan bir film olarak, hem dramatik hem de mizahi unsurlar barındırıyor. Edward Berger’in yönetmenliğinde, Peter Straughan’ın senaryosuyla şekillenen yapım, Ralph Fiennes ve Isabella Rossellini gibi usta oyuncuların performanslarıyla dikkat çekiyor. Film, Papa seçim sürecini merkezine alarak, güç mücadelelerini ve entrikaları etkileyici bir şekilde işliyor. Volker Bertelmann’ın müzikleri ve Nick Emerson’ın kurgusu ise anlatının temposunu ve atmosferini güçlendiriyor.

I’m Still Here

Walter Salles’in yönettiği “I’m Still Here“, Brezilya’nın askeri diktatörlük döneminde geçen, gerçek bir hikayeden ilham alan politik bir drama. Film, siyasi baskılar altında kaybolan insanların trajedisini, Eunice Paiva’nın gözünden anlatıyor. Fernanda Torres’in başrolünde olduğu yapım, kocasının zorla kaybedilmesinin ardından hem bir anne hem de bir aktivist olarak verdiği mücadeleye odaklanıyor. Eunice’in işkence ve hapis sürecini etkileyici sahnelerle yansıtan film, onun dayanıklılığını ve kararlılığını ön plana çıkarıyor. Brezilya sinemasının efsanevi ismi Fernanda Montenegro’nun da yer aldığı “I’m Still Here“, güçlü oyunculukları ve derin anlatımıyla izleyiciyi hem düşündüren hem de duygulandıran bir deneyim sunuyor.

Oyuncular ve Performanslar

I’m Still Here“, oyuncu kadrosuyla da dikkat çekiyor. Film, Brezilya sinemasının iki önemli ismini bir araya getiriyor: Fernanda Torres ve annesi Fernanda Montenegro. Bu nesiller arası iş birliği, filme ayrı bir derinlik katıyor.

  • Fernanda Torres: Torres, Eunice Paiva rolüyle filmde başrolde yer alıyor. Onun performansı, Eunice’in hem bir anne hem de bir aktivist olarak yaşadığı acıyı, korkuyu ve kararlılığı mükemmel bir şekilde yansıtıyor. Torres, özellikle işkence ve hapis sahnelerinde sergilediği duygusal yoğunlukla izleyiciyi etkiliyor.
  • Fernanda Montenegro: Brezilya sinemasının efsanevi ismi Montenegro, filmin son sahnesinde yaşlı Eunice’i canlandırıyor. Alzheimer hastalığından etkilenen yaşlı Eunice, kocası Rubens’in davasıyla ilgili bir haber gördüğünde, geçmişte kim olduğunu hatırlıyor. Montenegro’nun bu kısa ama etkileyici performansı, filmin duygusal etkisini artırıyor.

Fernanda Torres

I’m Still Here“, sadece bir politik drama olmanın ötesinde, insanın dayanıklılığını ve mücadele gücünü anlatan güçlü bir hikaye sunuyor. Film, Eunice Paiva’nın yaşadığı acıları ve mücadelesini merkeze alırken, aynı zamanda Brezilya’nın 1970’ler dönemindeki siyasi atmosferine de ışık tutuyor. Walter Salles’in yönetmenliği, Fernanda Torres ve Fernanda Montenegro’nun etkileyici performanslarıyla birleşerek filmin duygusal yoğunluğunu artırıyor. Politik olaylarla bireysel hikâyeyi ustaca harmanlayan yapım, izleyiciyi hem düşündüren hem de duygulandıran bir anlatı sunuyor.

The Brutalist

Brady Corbet‘in yönettiği “The Brutalist“, Macar-Yahudi mimar ve Holokost’tan kurtulan László Tóth’un (Adrien Brody) hayatının 30 yılını kapsayan, Tóth’un daha iyi bir gelecek inşa etmek umuduyla Amerika’ya kaçışını konu alıyor. Film, mimari ve tasarımın yanı sıra, kişisel deneyimlerin kolektif tarihten ayrılamaz olduğunu vurguluyor.

“The Brutalist”, László Tóth’un hayatı üzerinden 20. yüzyılın en travmatik olaylarının bireyler üzerindeki etkisini ele alıyor. Holokost’tan kurtulan Tóth, yaşadığı acıların izlerini taşıyarak Amerika’ya göç eder. Burada, mimari yeteneklerini kullanarak yeni bir hayat kurmaya çalışırken, geçmişinin gölgesinden kurtulmakta zorlanır. Film, Tóth’un inşa ettiği beton yapılar üzerinden, hem karakterin iç dünyasını hem de 20. yüzyılın acımasız gerçekliğini yansıtıyor.

Film, mimari ve tasarımın yanı sıra, kişisel deneyimlerin kolektif tarihten ayrılamaz olduğunu vurguluyor. Tóth’un tasarladığı yapılar, sadece fiziksel değil, aynı zamanda duygusal ve psikolojik birer anıt gibidir. Bu yapılar, karakterin yaşadığı travmaları ve umutlarını somut bir şekilde temsil eder.

Oyuncular ve Performanslar

The Brutalist“, oyuncu kadrosuyla da dikkat çekiyor. Başrolde Adrien Brody’nin yer aldığı film, karakterin iç dünyasını ve yaşadığı travmaları etkileyici bir şekilde yansıtıyor.

  • Adrien Brody: László Tóth rolünde Brody, karakterin karmaşık psikolojisini ve yaşadığı acıları büyük bir ustalıkla canlandırıyor. Brody’nin performansı, Tóth’un iç dünyasını ve mücadelesini izleyiciye derinden hissettiriyor.
  • Alessandro Nivola: Filmde önemli bir rolde yer alan Nivola, Brody’nin performansını destekleyen etkileyici bir oyunculuk sergiliyor.

Alessandro Nivola & Adrien Brody

The Brutalist“, eleştirmenler tarafından görsel olarak etkileyici ve düşündürücü bir yapım olarak övgü topluyor. Film, mimari, tarih ve insan psikolojisi arasındaki ilişkiyi derinlemesine inceliyor. Corbet’in yönetmenliği ve Brody’nin performansı, filmin ruhunu başarıyla yansıtıyor.

“The Brutalist”, mimari, tarih ve insan psikolojisi arasındaki ilişkiyi inceleyen, derinlikli bir hikaye sunuyor. László Tóth’un yaşamı üzerinden göçmenlik deneyimi, travma ve umut gibi temaları işleyen film, görsel estetiği ve geniş formatlı çekimleriyle dikkat çekiyor. Adrien Brody’nin performansı, karakterin iç dünyasını yansıtmada etkili olurken, Brady Corbet’in yönetmenlik anlayışı, filmin atmosferini güçlendiriyor. “The Brutalist”, izleyiciye hem düşündürücü hem de görsel açıdan etkileyici bir deneyim sunmayı hedefliyor.

The Substance

Coralie Fargeat’ın yazıp yönettiği “The Substance”, geleneksel “Oscar filmi” tanımını alt üst eden, cesur ve provokatif bir yapım. Film, kadınların kendinden nefreti, toplumun dayattığı güzellik standartları ve yaşlanma karşıtı baskılar gibi temaları, grotesk bir korku-gerilim diliyle ele alıyor. Fargeat, bir önceki filmi “Revenge“de erkek egemenliğini eleştiren yaklaşımını, bu kez kadınların iç dünyasına yönelterek, izleyiciyi hem rahatsız eden hem de düşündüren bir deneyim sunuyor.

The Substance“, Hollywood’da yaşlanan kadınlara uygulanan acımasız baskıyı ve bu baskının yarattığı içsel çatışmaları konu alıyor. Film, Demi Moore’un canlandırdığı karakter üzerinden, kadınların gençlik ve güzellik takıntısını, kendinden nefreti ve yaşlanma korkusunu ele alıyor.

Moore’un karakteri, uzun yıllardır televizyonda gördüğümüz bir fitness ikonu olarak kariyerinin zirvesindedir. Ancak yaşlanma belirtileri ve toplumun gençlik odaklı beklentileri, onu bir çıkmaza sürükler. Bu noktada, gençliğini geri kazanmak için gizemli bir madde olan “the substance“ı kullanmaya karar verir. Bu madde, onun genç bir versiyonunu yaratır (Margaret Qualley tarafından canlandırılan karakter). Ancak bu süreç, beklenmedik ve dehşet verici sonuçlar doğurur.

Film, iki kadın arasındaki gerilim, rekabet ve nihayetinde iş birliğini merkezine alırken, aynı zamanda kadınların kendi genç benlikleriyle olan karmaşık ilişkisini de inceliyor. “The Substance“, vücut korkusu, cinsellik, rekabet ve yaşlanma karşıtı baskıları bir araya getirerek, izleyiciyi hem şaşırtan hem de düşündüren bir hikaye sunuyor.

Oyuncular ve Performanslar

The Substance“, oyuncu kadrosuyla da dikkat çekiyor. Başrollerde Demi Moore, Margaret Qualley ve Dennis Quaid gibi isimler yer alıyor.

  • Demi Moore: Moore, uzun yıllardır televizyonda gördüğümüz bir fitness ikonunu canlandırıyor. Karakterinin yaşlanma korkusu ve gençlik takıntısı, Moore’un etkileyici performansıyla hayat buluyor.
  • Margaret Qualley: Moore’un genç versiyonunu canlandıran Qualley, karakterin enerjisini ve çelişkilerini başarıyla yansıtıyor. İki kadın arasındaki gerilim ve rekabet, filmin dramatik yapısını güçlendiriyor.
  • Dennis Quaid: Quaid, filmin destekleyici rollerinden birini üstleniyor ve karakterin yaşadığı çatışmalara katkıda bulunuyor.

Demi Moore & Margaret Qualley

The Substance“, kadınların yaşlanma, güzellik standartları ve toplumsal baskılar karşısında hissettikleri çelişkileri grotesk ve çarpıcı bir dille ele alan cesur bir yapım olarak öne çıkıyor. Coralie Fargeat’ın yönetmenliğinde şekillenen film, güçlü görsel dili ve etkileyici oyunculuk performanslarıyla dikkat çekerken, eleştirmenler tarafından Freaky Friday, All About Eve, Possession ve Species gibi yapımlardan ilham aldığı ancak kendine özgü bir anlatım sunduğu belirtiliyor. Hem rahatsız edici hem de düşündürücü bir deneyim sunan film, geleneksel sinema kalıplarını zorlayarak izleyiciyi toplumsal normları ve kadınların içsel çatışmalarını sorgulamaya davet ediyor.

Anora

Sean Baker’ın “Anora” filmi, Yeni Hollywood’un şanlı günlerine, yani Oscar’ların en iyi olduğu döneme özlem duyan bir yapım olarak karşımıza çıkıyor. Ancak, yalnızca bu dönemle özdeşleşen büyük Hollywood prodüksiyonlarından farklı olarak, “Anora” kendi çağının bir yansıması olarak kalıyor. Film, sadece komik ve erişilebilir bir yapım olmakla kalmayıp, aynı zamanda büyük Hollywood stüdyolarının asla cesaret edemeyeceği bir işçi sınıfı kalp kırıklığına dayanan, gösteri ekonomisinin içinde yer alan bir peri masalı.

Başrolündeki Anora, geçimini sağlamak için fantezi satan, ancak güçlü bir şekilde kendi hayatını kontrol etmeyi başaran bir seks işçisidir. Fakat bu, onu kendi fantezisinden, yani daha iyi bir yaşam umudundan alıkoymaz. Anora’nın hayatı, daha iyi bir yaşam hayali ile şekillenir; ancak bu hayalin içinde sıkışıp kalmış ve onu gerçek dünyada savunmasız hale getiren bir döngüde yaşar.

Anora“, Amerikan rüyasının bugüne kadar görülen en hileli yansıması olarak izleyiciye sunuluyor. Her şeyin bir meta olarak görüldüğü, politikaların işlem olarak algılandığı, bireylerin yalnızca birer tüketim aracı olarak değerlendirildiği bir toplumda, Anora’nın bu rüyayı yaşamaya çalışması, filmin en çarpıcı öğesi. Film, Amerikan toplumunun ne kadar yozlaştığını ve bireylerin, bir yandan kendi kimliklerini ararken bir yandan da bu büyük sistem tarafından tüketildiklerini gözler önüne seriyor.

Filmin ilk perdesi, ketamin yakıtlı bir atmosferde başlar ve sonlarına kadar izleyiciye iç burkan bir etki bırakır. Anora’nın yaşamı, bir yandan fantezilerin içinde kaybolmuşken, diğer yandan acı bir gerçeklikle yüzleşir. Film, Amerikan rüyasının her zaman ondan yansıyan aynı eski yalanlara takılıp kalmış bir yansımasıdır. Bu bağlamda “Anora“, her izleyiciyi kendi hayatına dair büyük bir sorgulamaya sürükler. Özellikle, milyarder işverenlerin işçilerinin acılarına kayıtsız kalması, toplumun alt sınıflarına karşı duyarsızlığına dair keskin bir eleştiridir.

Filmin sonu ise, acı tatlı bir rahatlama ve umut verici bir yansıma sunar. Sonuçta, iki insanın, milyarder işverenlerinin onları ölüme terk etmesine rağmen, kendi insanlıklarını tanıyabilmeleri, filme güçlü bir duygusal boyut katmaktadır.

Oyuncular ve Performanslar

  • Krista J. Johnson: Başrolde, Anora karakterini canlandıran Krista J. Johnson, filmdeki en dikkat çekici performanslardan birini sergiliyor. Johnson, Anora’nın içsel gücünü ve kırılganlığını son derece başarılı bir şekilde aktarırken, izleyiciyi karakterine derinden bağlar. Anora’nın hayatta kalma mücadelesi ve hayalindeki daha iyi yaşamı arayışı, Johnson’ın etkileyici performansıyla derinlemesine hissedilir.
  • Markus Brown: Filmde Anora’nın çevresindeki önemli karakterlerden biri olan Sam‘i canlandırıyor. Sam, Anora’nın acılarını anlayan ve ona destek olmaya çalışan bir figürdür. Brown’ın performansı, karakterin duygusal derinliğini ve Sam’in içsel çatışmalarını izleyiciye etkili bir şekilde sunuyor.
  • Liam Martinez: Martinez, Jesse karakteriyle, izleyiciyi bir kez daha “Anora”nın duygusal yoğunluğuna katılmaya davet ediyor. Jesse, Anora’nın hayatındaki en önemli kişilerden biri olarak, onu zor bir dünyada yalnız bırakmayan sadık bir dost rolünü üstleniyor.

Anora“, son derece ustaca bir şekilde işçi sınıfının içsel ve toplumsal acılarını ele alırken, aynı zamanda da bu acılardan nasıl umut doğabileceğini gösteriyor. Hollywood’un büyük prodüksiyonlarının, gösteri ekonomisini masalsı bir hale getirmeyi tercih ettiği bir dönemde, “Anora“, toplumun derinliklerine inerek gerçek bir sosyal eleştiri sunuyor. Bu, sadece bir işçi sınıfı kalp kırıklığının anlatılması değil, aynı zamanda bu kırıklığın içinde umudun, insanlığın ve dayanışmanın parıltılarını arayan bir yolculuktur.

Baker’ın bu yapımı, belki de en çok, her bireyin kendi yaşamındaki küçük fantezilerle nasıl büyük bir dünya düzeninin parçası olduğunu ve bu dünyada bile insanlığını nasıl bulabileceğini sorgulamamıza neden oluyor. Bu bağlamda, “Anora“, sadece bir film değil, aynı zamanda toplumun dertlerini ve umutlarını derinlemesine sorgulayan bir yapım olarak karşımıza çıkıyor.

Nickel Boys

Colson Whitehead‘in aynı adlı romanına dayanan “Nickel Boys”, yönetmen RaMell Ross tarafından uyarlanmış. Film,1960’larda Florida’da, Jim Crow dönemi sonrası bir ıslah okulunda geçen olayları konu alıyor. İki genç Siyah öğrencinin, Turner ve Cody’nin, ıslah okulunda yaşadıkları şiddet, adaletsizlik ve hayatta kalma mücadelesini anlatıyor. Bu iki karakterin farklı bakış açıları, Amerika’nın ırkçı geçmişiyle yüzleşmelerini ve yaşamları boyunca karşılaştıkları zorlukları keşfetmelerini sağlıyor. “Nickel Boys“, adalet arayışını, insanlık onurunu ve toplumun kurduğu sistemin içindeki zulmü derinlemesine ele alıyor. Filmin, iki karakterinin bakış açıları arasındaki gerilimi ve uyumu, izleyiciyi hem duygusal hem de düşünsel bir yolculuğa çıkararak anlatıyor.

Ross’un sinematografik yaklaşımı, özellikle Jomo Fray‘in görüntü yönetmenliğiyle büyük bir etki yaratıyor. Fray’in önceki işlerinden, özellikle “All Dirt Roads Taste of Salt” adlı filminden tanıdığımız parlak sinematografisi, bu filmde de kendini gösteriyor. Ross ve Fray’in birlikte çalışması, sinemada neyi ve nasıl gördüğümüzün altını çizen etkileyici bir görsel dil oluşturmuş. Film, detaylara olan dikkatini ve görsel anlatımın gücünü, izleyiciyi bu karakterlerin dünyasına daha derinden çekmek için kullanıyor. Bu tarz, sinemasal uyarlamanın gücünü ve potansiyelini gözler önüne seriyor.

Ross’un belgesel geçmişi, filmdeki öznel ve duygusal yaklaşımına yansımış. Genç Siyah karakterlerinin deneyimi, bir belgesel gibi içten ve samimi bir şekilde anlatılıyor. Bu da, filmdeki ırkçı geçmişin revizyonist bir şekilde sunulmasının imkansız olduğu anlamına geliyor. Ross, toplumsal gerçeklere dayalı bir anlatım sunarak, izleyiciyi geçmişi farklı bir açıdan değerlendirmeye davet ediyor.

Oyuncular ve Performanslar

  • Ethan Herisse: Filmdeki ana karakterlerden biri olan Elwood Curtis, zeki ve idealist bir gençtir. Ethan Herisse, Elwood’u derin bir empatiyle ve içsel bir güçle canlandırmış, karakterin umut ve hayal kırıklığı arasındaki gelgitlerini başarıyla yansıtmıştır. Herisse, Elwood’un moralini ve hayatta kalma isteğini güçlü bir şekilde sergilerken, film boyunca yüzleştiği zorluklarla içsel çatışmalarını da derinlemesine gösteriyor. Genç oyuncunun performansı, karakterin saf umutlarından ve zaman zaman kırılgan olan yapısından gelen duygusal yüklere adeta hayat veriyor. Elwood’un naif bakış açısını ve kararlılığını, Herisse’in duygusal bir yoğunlukla ortaya koyması, izleyiciye karakterin hikayesine derin bir bağ kurma fırsatı sunuyor.
  • Brandon Wilson: Filmdeki bir diğer önemli karakter olan Turner, Elwood’un okulda karşılaştığı diğer Siyah öğrencilerden biridir ve hayatta kalabilmek için daha karamsar bir bakış açısına sahiptir. Brandon Wilson, Turner’ı canlandırırken, karakterin dünya görüşünü ve sert gerçeklerle yüzleşmesini ustaca yansıtıyor. Wilson, Turner’ın içsel bir güç ve hayatta kalma becerisini sergilerken, karakterin yaşadığı travmayı da mükemmel bir şekilde izleyiciye hissettiriyor. Turner’ın daha karamsar ve hayatta kalmaya odaklanmış kişiliğini sahici bir şekilde canlandırarak, Elwood’un idealist bakış açısıyla olan çatışmasını derinleştiriyor. Her sahnede, Wilson’ın performansı, filmin duygusal etkisini güçlendiriyor ve Turner’ın yaşadığı acıyı doğal bir şekilde izleyiciye aktarıyor.
  • Daveed Diggs : Filmin ilerleyen bölümlerinde, Elwood’un yaşlanmış haliyle gördüğümüz Daveed Diggs, karakterin geçmişle olan hesaplaşmasını ve hafızasındaki acıları yansıtıyor. Diggs, yaşlı Elwood’u canlandırırken, gençliğindeki umut ve kararlılığını koruyan bir adamın, yıllar sonra zamanın getirdiği hayal kırıklıklarıyla nasıl şekillendiğini derin bir şekilde sergiliyor. Diggs’in performansı, Elwood’un içsel evrimini izleyiciye duygusal bir yoğunlukla yansıtmakta ve filmin temasına uygun bir şekilde yaşlılıkla gelen olgunluğu gözler önüne seriyor.

Ethan Herisse & Brandon Wilson

Filmdeki ana karakterlerin karşılaştığı güçlükler ve kurdukları bağ, toplumsal adalet, insan hakları ve geçmişin izleriyle şekillenen bugünün Amerika’sına dair çarpıcı bir hatırlatma. Ross’un ustaca işlediği görsel dil, izleyiciyi daha önce fark etmedikleri bağlamlar içinde düşünmeye zorluyor. “Nickel Boys“, bu anlamda sadece bir tarihsel eleştiri değil, aynı zamanda bu tarihsel bağlamdaki insanlık halleri ve toplumsal adaletin ne kadar önemli olduğuna dair düşündüren bir yapım.

Sonuç olarak, “Nickel Boys” sadece bir sinema filmi değil, aynı zamanda Amerika’nın en kalıcı ve problemli anlatılarından birini farklı bir ışıkta ele alarak, izleyiciyi toplumsal adalet ve insan hakları hakkında derin düşünmeye teşvik eden bir deneyim sunuyor. Ross’un yönetmenliği ve senaryosundaki derinlik, filmin sinematik gücünü artırıyor ve sinemada uyarlama sürecinin ne kadar dönüştürücü olabileceğini gösteriyor.

2025 Sanat Etkinlikleri” konulu yazımıza da buradan ulaşabilirsiniz.

Yorumlar

yorumlar

Hakkında Kayıhan Badalıoğlu

Ankara'da doğdum. Eğitimimi TED Ankara Koleji'nde tamamladıktan sonra Anadolu Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi'nden Ekonomi bölümünden mezun oldum. Profesyonel kariyerime 1998 yılında bankacılık sektöründe Yönetici Adayı olarak başladım ve 2000-2003 yılları arasında özel sektörde ve yerel yönetimde finans ve dış ticaret alanlarında görevler aldım. 2013 yılına kadar, önde gelen bankacılık kuruluşlarında genel müdürlük, perakende bankacılık, denetim kurulu, iç kontrol başkanlığı ve KOBİ portföy yönetimi gibi çeşitli pozisyonlarda bulundum. 2014 yılından bu yana, küçük ve orta ölçekli işletmelere finans, satış, pazarlama ve iş geliştirme konularında danışmanlık hizmetleri vermekteyim. 2015 yılında Bilgi Üniversitesi'nden Sosyal Medya Uzmanlığı Sertifikası aldım ve bu sayede işletmelere sosyal medya stratejisi, içerik oluşturma ve dijital büyüme konularında, web sitesi yönetimi danışmanlığının yanı sıra rehberlik etme imkanı buldum. Profesyonel çabalarımın ötesinde, lise yıllarımda başlayan müzik tutkumu sürdürmekteyim. Ayrıca, hayatıma denge ve keyif getiren yaratıcı birer çıkış noktası olarak blog yazmaktan ve amatör olarak fotoğraf çekmekten hoşlanıyorum.

İlginizi Çekebilir

Bernardo Bertolucci Filmleri

Bu yazımızda sinemanın sınırlarını zorlayan, politik ve toplumsal temaları derinlemesine işleyen, estetik ve anlatı teknikleriyle …

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir