Mardin’de geçirdiğimiz oldukça soğuk bir gecenin ardından, Mardin’in Nusaybin ilçesine bağlı Dara köyü’ne doğru yola çıkıyoruz. Burada ülkemizde hak ettiği ilgiyi göremeyen muhteşem güzellikte bir antik kent olan Dara Antik Kenti’ni ziyaret edeceğiz. Yerel halkın İzmir’deki Efes Antik Kenti kadar paha biçilemez kadim bir kent olarak nitelendirdiği bu tarihi alanı, yerel rehber Mehmet Bey eşliğinde geziyoruz. Mehmet Bey’in keyifli anlatımı turdaki herkesi etkiliyor.
Dara, Doğu Roma İmparatorluğu’nun sınırını Sasanilere karşı korumak amacıyla, İmparator Anastasius’un (491-518) önderliğinde 505 yılında askeri bir garnizon kenti olarak inşa edilmiş. Dört kilometrekarelik alana yayılan surlar içinde yer alan iç kale, kuzeydeki kent merkezi ile 50 metre yüksekliğindeki tepe düzlüğünde konumlandırılmış. Mezopotamya Ovası ile Tur Abdin Dağları’nın buluştuğu bu stratejik noktada yer alan kent, kireçtaşı ana kayaya oyularak geniş bir alana yayılmış.
Antik adı Anastasiopolis olan Dara’nın kuruluş tarihi kesin bilgilere sahip değiliz. Ancak antik Dara, Mezopotamya’nın ticaret merkezlerinden biri olarak uzun yıllar kayıtlarda yer almış. Kent, Pers İmparatoru Darius ile Büyük İskender’in savaşlarına tanıklık etmiş ve bu olaylar arkeolojik kalıntılar ile arşivlerde belgelenmiş.
363 yılında Persler Nusaybin’i ele geçirdiğinde, Dara antik kenti bir Roma İmparatorluğu sınırı haline geliyor. İmparator Anastasius tarafından 5. yüzyılda ileri sınır kapısı olarak güçlendirilen kent, bir yüzyıl sonra Perslerin kontrolüne geçiyor.
Dara, 7. yüzyılın sonlarına doğru Emeviler, ardından Abbasiler ve 15. yüzyılda Osmanlılar tarafından hakimiyet altına alınmış.
Dara Antik Kenti tarihi dokusu ve kültürel zenginliğiyle oldukça etkileyici bir mekan. Yolunuz Mardin’e düşerse ziyaret etmenizi öneririm.
Dara’dan sonra ki durağımız Midyat. Midyat, Mardin şehir merkezinin minyatürü gibi.
Özellikle ilçede son dönemlerde çekilen TV dizileri nedeniyle Midyat oldukça turistik bir cazibe merkezi haline gelmiş. En çok ilgi gören mekan ise Midyat Konukevi.
Konukevinin damına çıktığınızda binanın yapıldığı tepenin yüksekliği ve binanın da üç katlı olması nedeniyle tüm ilçeyi görebiliyorsunuz.
1973 Mardin İl Yıllığı’nda ilçenin tarihçesi hakkında verilen bilgilere göre, Orta Asya’dan gelen Eti Türkleri, M.Ö. 2000 yıllarında bölgeye yerleşmiş ve Midyat’ı büyük bir mağara şehri olarak kurmuşlardır. Bu dönemde, Midyat’ın altında tünellerle birbirine bağlı mağaralar barınak olarak kullanılmıştır.
Bölge, M.Ö. 500-100 yılları arasında Makedonyalılar, Persler ve Romalıların istilasına uğramıştır. Midyat’ın asıl meskun hale gelişi, M.Ö. 180 yıllarına dayanan Selefkuslar devrine rastlamaktadır.
Hristiyanlığın hakim olduğu bölge, M.S. 5. yüzyıla kadar etkisini sürdürmüş, ancak 6. yüzyıldan sonra İslamiyet’in yayılmasıyla Arap akınları başlamış ve 7. yüzyılda Halit bin Velid orduları bölgeyi fethetmiştir. Abbasiler döneminde imar ve kalkınma hareketleri gözlemlenmiş, Midyat köyleri çoğunlukla Harun El Reşit döneminde kurulmuştur.
11.yüzyılda Artuklular’ın hakimiyetine geçen Midyat, bu dönemde Mardin, Hasankeyf ve Musul eyletleri arasında önemli bir irtibat bölgesi olmuştur. 1535 yılında Osmanlı ordusu tarafından ele geçirilen Midyat, 1838’de Diyarbakır Valisi Ali Paşa tarafından ziyaret edilmiş ve askeri bir kışla ile Cevat Paşa Cami ve Ulu Cami gibi önemli yapılar inşa edilmiştir.
Midyat’ta gümüş dükkanlarını ziyaret edebilir ev yapımı Süryani şaraplarını deneyebilirsiniz. Turun üçüncü günü oldukça yoğun geçiyor. Midyat’tan sonra Malabadi Köprüsü’nü görüp Diyarbakır üzerinden son gece konaklayacağımız Adıyaman’ın Kahta ilçesine gideceğiz. Malabadi Köprüsü’ne gitmeden son yıllarda sular altında kalmasından dolayı gündeme gelmesiyle anılan Hasankeyf’te otobüs ile kısa bir tur atarak Batman şehir merkezinde bir yemek molası veriyoruz. Batman beni şaşırtan şehirlerden bir tanesi oldu. Şehir sınırlarına girilmesi ile yüksek katlı ve oldukça lüks konutlar ile karşılaşıyorsunuz. Bununla birlikte şehrin sokak ve caddelerinde oldukça yoğun bir araç trafiği mevcut.
Tabi Hasankeyf için bir paragraf açmak gerekiyor. Hasankeyf’in kuruluş tarihi belirsiz olmasına rağmen, tarihi yapının antik döneme kadar uzanıyor. Yapılan kazılarda, 12.000 yıl öncesine ait arkeolojik kalıntılara rastlanmış, bölgenin stratejik konumunu Dicle Nehri kıyısında ve Yukarı Mezopotamya’ya geçiş yolu üzerinde olması kanıtlanmıştır. Günümüzde bile mesken olarak kullanılan mağaralar, insanların eski çağlarda bu bölgeyi tercih ettiğini gösteriyor.
Hasankeyf Kalesi’nin milattan sonra 4. yüzyılda inşa edildiği araştırmalar sonucunda ortaya çıktı. Bizanslı Konstantinos’un 4. yüzyıl ortalarında bölgeyi ele geçirmesiyle, Hasankeyf Kalesi stratejik bir önem kazanıyor. Zaman içinde Sasanilere karşı siyasi bir ağırlık kazanarak restore edilip güçlendiriliyor. 639 yılında Emeviler tarafından fethedilen bölge, Abbasiler, Hamdaniler, Mervaniler, Artuklular, Eyyubiler ve Osmanlılar’ın egemenliğine giriyor. Hasankeyf, Artuklular döneminde en parlak dönemini yaşıyor. Bu süreçte birçok tarihi eser günümüze kadar varlığını koruyabilmişken Dicle Nehri üzerinde yapılan Ilısu Barajı projesi nedeniyle bir çok tarihi eser sular altında kalarak yok oluyor. Sadece bazı eserlerin yeni kurulan yerleşim alanlarına taşındığını görüyoruz. 12.000 yıllık tarihi bir alanın betona dönüştüğüne şahit oluyoruz. Hasankeyf’te fotoğraf çekmedim. Bu üzücü duruma çok keyifli kareler yakaladığım GAP Mezopotamya turu ile ilgili yazı dizimde yer vermemeyi tercih ettim.
Malabadi Köprüsü, Diyarbakır’ın Silvan ilçesinde konumlanmış olup, Silvan ilçe merkezine 23,2 km uzaklıktadır. Köprü, Diyarbakır il sınırları içinde bulunsa da Batman il merkezine daha yakın bir konumda yer almaktadır.
Malabadi Köprüsü’nün hikayesi, büyük bir aşk öyküsünden türemiştir ve yıllar boyunca dilden dile dolaşarak etkileyici bir hikaye olarak belleklere kazınmıştır. Malabadi Köprüsü’nün aşk hikayesi, her yaştan insanın ilgisini çeken bir konudur ve bu konuda gerçeklik payı olup olmadığı merak edilen sorulardan biridir. Dilden dile dolaşan birçok aşk hikayesi arasında en bilineni ise aşık Bad ve onun büyük aşkını içeren hikayedir. Bad karşı kıyıda yaşayan bir kıza aşık olur. Aralarında derin bir sevgi olsa da fiziksel uzaklık onları ayırır. Bir gün, kız bu mesafeyi daha fazla kaldıramaz ve Bad’ın yanına gitmeye karar verir. Ancak, tek yolunun nehri yüzerek geçmek olduğunu bilir. Kız nehre atlar ancak karşı kıyıya ulaşamadan sulara kapılır ve kaybolur.
Köprünün inşası, Artukoğulları döneminde yaşamış olan Timurtaş Bin İlgazi tarafından gerçekleştirilmiştir. Köprü, zaman içinde yapılan restorasyonlarla günümüze kadar sağlam bir şekilde ulaşmıştır. Köprü üzerindeki kitabeden alınan bilgiler, inşa yılının 1147 olduğunu ve köprüyü yaptıran kişinin ismini içerdiğini göstermektedir. Malabadi Köprüsü, dünyadaki taş köprüler arasında en geniş kemer açıklığına sahip olanı olarak bilinir.
Turun üçüncü günü sonunda Diyarbakır’a ulaşıyoruz. Program gereği burada kısa bir mola verip son gece konaklayacağımız Adıyaman’nın Kahta ilçesine geçmek durumundayız. Normal şartlarda bu tarz kültürel turlar program dahilinde son günün sabahı Nemrut Dağı’na çıkıyorlar. Kahta ile Nemrut Dağı arasında 60 km.lik mesafe mevcut. Diyarbakır’da konaklarsanız bu mesafe 200 km.ye çıkıyor. Hava koşullarının olumsuz olması sebebiyle Nemrut Dağı’na çıkma imkanımız olmuyor fakat önceden konaklama durumları ayarlandığından mecburen Kahta’da konaklıyoruz.
Çok kısa vakit olduğundan dolayı Diyarbakır ile ilgili aktarabileceğim iki eser var. Bunlar; Diyarbakır Ulu Cami ile Şeyh Mutahhar Camii ve Dört Ayaklı Minare.
Diyarbakır Ulu Cami, Diyarbakır Kalesi’nin surları üzerinde Harput Kapısı ile Mardin Kapısı’nı birleştiren eksenin batısında konumlanmış bir cami. M.S. 639 yılında Diyarbakır’a egemen olan müslüman Araplar tarafından, şehrin merkezindeki en büyük mabedin (Martoma Kilisesi) camiye dönüştürülmesiyle inşa edilmiştir. Daha sonra 1091 yılında Büyük Selçuklu Hükümdarı Melikşah’ın buyruğu ile büyük bir onarım geçirmiş ve zaman içinde birçok kez onarım ve eklemelerle günümüzdeki formunu almıştır. 1115 yılında yaşadığı yangın ve deprem, içerisindeki kemerler, sütunlar ve bezemeli taşların tamamının yıkılmasına sebep olmuştur. İslam aleminin 5. Harem-i Şerifi olarak kabul edilen bu cami aynı zamanda ünlü bilgin El Cezeri’nin yaptığı güneş saati ile de dikkat çekiyor.
Şeyh Mutahhar Camii, Diyarbakır’da 1500 yılında Akkoyunlu beylerinden Kasım Bey tarafından yaptırılmıştır. Akkoyunlular’ın en önemli anıtsal eserlerinden biridir. Cami, Şeyh Mutahhar’ın kabrinin bulunduğu arsa üzerine inşa edilmiştir. Halk arasında Şeyh Matar Camii olarak bilinse de kaynaklarda adı Kasım Bey Camii veya Kasım Padişah Camii olarak da geçmektedir.
Caminin dört ayaklı minaresiyle ün kazanmıştır. Yekpare taş sütun üzerine dört köşeli olarak inşa edilen yapı, Anadolu’nun tek dört ayaklı minare örneğidir. Dört ayak, dört İslam mezhebini simgeler. Bir inanışa göre yedi defa sütunların altından geçenin dileği kabul edilir. Biz de yedi defa sütunun altında geçip dileklerimizi diliyoruz.
Bu yapının bir de üzücü hikayesi var. Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi, 28 Kasım 2015 tarihinde Dört Ayaklı Minare’nin önünde bir basın açıklamasının ardından çıkan silahlı çatışmada vurularak hayatını kaybediyor.
Yoğun gün Kahta’da ki otelimize ulaşmamız ile son buluyor. Ertesi sabah Atatürk Barajı ve Halfeti gezilerinden sonra başladığımız yer olan Gaziantep’e dönerek GAP Mezopotamya Turumuzu tamamlamış olacağız.